Anasayfa |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
&
Forum - FELSEFİK YAZILAR
Serpil (şimdiye kadar 11 posta) | | KORKU KÜLTÜRÜ
suyu bozuldu!
Korku içindeyiz. Sürekli birşeylerden korkuyoruz. Yarın gözümüzü ekonomik krize açıp bir anda borçlarımızın katlanmasından… Durakta beklerken bir bombayla paramparça olmaktan…Hiç beklemediğimiz bir anda işsiz kalmaktan…Tüm yaşamımızın bir anda değişmesinden… Çocuklarımıza karanlık bir dünya bırakmaktan…Korkuyoruz!
Korktukça içimize kapanıyoruz, yalnızlaşıyoruz, mutsuzlaşıyoruz!
Tam da mutsuzluğun dibine vurduğum birgünde bir kitapçı vitrininde karşılaştım Doğan Cüceloğlu'nu son kitabıyla.
Kitap adıyla tavladı beni : Korku Kültürü!
Kitabın alt başlığı adından bile güzel: Niçin Mış Gibi Yaşıyoruz?
Psikoloji Profesörü Cüceloğlu ile TV8'de Cumartesi sabahları yayınlanan programının çıkışında konuştuk.
Uzun ve epey öğretici konuşmanın sonunda anladım ki Türkiye'nin suyu hasta!
Niye mi?
İşte Doğan Cüceloğlu'nun ağzından nedenleri…
Bir arkadaşım anlatmıştı. Japon balığı almış. İşten sonra evine gidip balığını seyrediyormuş. Şahaneymiş seyretmesi, böyle dalga dalga gidiyormuş balık. Ama bir süre sonra balık yan yatmış, debelenmeye başlamış. Kavanoza koyup deniz biyoloğu olan bir arkadaşına götürmüş. Biyolog incelemiş, demiş ki;
- İyi haberim var, kötü haberim var, hangisinden başlayayım?
- Hangisinden istersen
- İyi haberim balık hasta değil. Kötü haberim suyun hasta.
- Su hasta olur mu ya?
- Evet olur, iyi oksijen almıyor bu su. Bundan dolayı bir bakteri girmiş .Ve bu bakteri balığın sinir sistemini böyle etkilemiş.
- Ne yapmam lazım?
- Balığın suyunu değiştireceksin , bir de pompanı değiştireceksin.
Su değişince, pompa sistemi değişince gerçekten de balık iyileşmiş bir süre sonra. Yine şahane biçimde dalga dalga gitmeye devam etmiş!
Bizim suyun hastalığı ne peki?
Korku kültürü.
Korku kültürü kavramını biraz açabilir misiniz?
Korku kültürü yaşamda gücü temel olarak kabul eder. Hayatta en önemli şey güçtür. Bu nedenle yaşam sürecinin kendisini sıfırlar. Mutluymuşsun, coşkuluymuşsun, zevk alıyormuşsun hiçbir önemi yok. Seni güçlü kılıyor mu kılmıyor mu ona bakacaksın. Bu da sonuçlarla belli olur. Mevki edindin mi, para kazanıyor musun, şöhretli misin, göster bana! Böylelikle yaşamın bir süreç olarak değeri yok, güç temel değerdir. Güçlü olan haklıdır, çünkü o güçlüdür. Güçlü olanın denetleme hakkı vardır, çünkü o güçlüdür. Yönlendirir. Böylelikle tüm ilişkiler ve yaşam onun üzerine oluşmaya başlar. O nedenle böyle bir toplumda insan insana ilişki yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır. Kadın erkek ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilşkisi vardır. Patron işveren ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır. Bir toplumda "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diye soruluyorsa o toplumda güçlü güçsüz ilişkisi vardır!
Korku kültüründe insanların ilk karşılaştıklarında akıllarından geçen şudur: Şimdi burada kimin borusu ötecek. O yüzden kolay kolay gülümsemezler, başka tarafa bakarak el sıkarlar. Yani diyor ki: Yersen, burada baba benim. Böyle durumlarda ben kendimi nasıl tanıtacağım. Profesör Doktor Doğan Cüceloğlu. Mutlaka mevkimi söyleyeceğim. Yani işte 15 kitap yazdım, tv programı yapıyorum, filan, filan…Bir kıdem listesi yapacağım sana güçlü olduğumu göstermek için. Çingeneler kavga ettiğinde bende bu var diye sende ne var diye atışırlarmış ya… Bizdekinin aynı. Adam kitap yazıyor, üzerine Prof bilmemkim diye titrini yazdırıyor, ne gerek var?
Korku kültüründe eşit ilişki yoktur, kim daha güçlü, kim daha üstün ilişkisi var. Daha evlenirken bu karı koca ilişkisinde kendini belli eder, ilk gece gözünü korkutuyor, ilk gece. Anne baba çocuk ilişkisinde de öyle.
Anne baba ilişkisinde nasıl?
Çocuk bir kere 0 - 7 yaş arasında müthiş bir mücadele veriyor.
Ne mücadelesi veriyor?
Varolma mücadelesi veriyor. "Yemiyeceğim" diyor, "Doydum" diyor. "Yiyeceksin" diye ağzına tıkıyoruz kaşığı. "Aç değilim" diyor. "Hayır açsın" diyoruz. Düşünebiliyor musun ya? Şu işkenceyi düşünebiliyor musun?
Geçen gün üniversite öğrencilerinden oluşan 70 kişilik bir gruba konuştum. Bir kız öğrencinin önüne gittim. "Merhaba" dedim ama görüyorum nasıl korkuyor. İnşallah doğru cevap veririm kaygısı var yüzünde. "Sabahleyin karşılaşsak ben sana sorsam 'Uykunu alabildin mi?' diye. Uykunu alıp almadığını bilebilir misin?" dedim. "Bilmem, belki" dedi. Bu çok acı birşey. "Peki" dedim "Senin uykunu alıp almadığını senden daha iyi bilecek kim var?" Ona da cevap veremedi. Üniversite öğrencisi bu! Yandaki arkadaşa döndüm. "Aç mısın tok musun bilir misin?" dedim. Cevap veremedi, ııığğğ filan yapıyor. "Senin aç ya da tok olduğunu senden daha iyi bilebilecek biri var mı?" dedim. "Lokantacı "dedi. Bunlar üniversite öğrencisi! Bunlar bu kadar sınavdan sonra üniversiteye girebilmiş seçilmiş insanlar! Ama düşünün öyle bir yaşamı boşaltma durumu var ki çocuk aç mı uykusuz mu bilmiyor.
Ve ben psikolog olarak şunu söylüyorum. Bir insanın yaşmının temeli 0 - 7 yaş arasında atılıyor. Bir vatandaşın vatandaşlığının temeli de 0 ile 7 yaş arasında atılıyor. Neye benziyor bu biliyor musun, eğer siz bir çocuğa 0 - 7 yaş arasında Türkçe öğretemezseniz, ondan sonra da düzgün Türkçe konuşamaz, ona benziyor. Eğer çocuklarınıza 0 ile 7 yaş arasında vatandaş olma bilinci veremezseniz ondan sonra ikinci dil öğrenirmiş gibi zorlukla aksak öğreneceklerdir.
O zaman o üniversitelinin aç olup olmadığını bilmemesinin nedeni de annesinin çocukken aç olmadığı halde zorla yedirmesi mi? Onun adına kararlar vermesi mi?
Bu ufak bir örnek. Genel olarak çocuğa verilen mesaj önemli. "Sen küçüksün bilmezsin büyükler bilir. Sen kimsin ki…" Bu genel mesaj yerleşince " Ben kimim ki, otorite daha iyi bilir" inancına dönüşüyor. Korku kültürünün özü bu!
Öyle olunca yaşam tamamıyla gerçeğin araştırılması değil, özgürce bir yolculuk değil, bireylerin, grupların, cemaatlerin birinden daha güçlü olma mücadelesine dönüyor.
Türkiye'de siyasal anlamda yaşanan da bu değil mi?
Evet! İşte bu korku kültürünün aksi olan saygı kültüründe çok temel bir değer vardır. O da gerçeğe saygıdır. Üniversite neden vardır? Gerçeği keşfedip,öğrenip, yaymak için vardır. Oysa bu korku kültürünün umurunda değil. Korku kültüründe üniversite makam için vardır, mevki için vardır, daha güçlü olmak için vardır. Araştırma yapmaktan daha çok nasıl kulis faaliyetleriyle, ayak oyunlarıyla makam elde edileceği öğrenilir. Ayakta kalanlar, mevki, makam sahibi olanlar bunlardır. Ve bunlar bir öğrenci çok akıllı ve yetenikliyse korkarlar, onu asistan almazlar.
Sadece üniversitelerde değil, hiçbiryerde çok akıllı adam istemezler Türkiye'de.
Evet, çünkü tehlikesin. Ama ben 25 yıl yurtdışında bulundum. Orada adamın seni sevmesi veya sevmemesi üçüncü dördüncü derecede ilgilendiği birşey. "Sevmem ama harika bir kafası var, ondan dolayı buraya getirmek zorundayım" diyor. "Arkadaşım olarak görmem ama hakkını veririm" diyor.
Şöyle düşünmek lazım. Hepimiz bir ekibin parçasıyız. Ben şu çocuğun ( parkta oynayan çocuğu işaret ederek) daha mutlu olmasının bir parçasıyım. Herkes böyle düşünmeli. O çocuk mutsuzsa emin ol şu veya bu şekilde o mutsuzluk benim hayatımı etkiler. Trafiği düşün, herbir kişinin araba kullanışının kalitesi diğerinin hayatını etkiler. Sarhoş ise, yorgun ise, hızlı ise trafikteki herkes etkilenir. Toplumda da öyle. Ben buna biz bilinci diyorum. Korku kültüründe biz bilincinin gelişmesi mümkün değil. Ya ben bilinci denilen arsız saldırgan kültür gelişir, ya da sen bilinci denilen ezik kişiliksiz kültür gelişir.
Arsızlar ezikleri daha da eziyor yani o zaman?
Zaten sen diyenler "Meee" diyor, "Çoban yok mu? Uykum var mı yok mu bana söylesin, biri benim hakkımı korusun."
Mesela sınıfa girin öğretmen olarak. Korku kültürüyle yetişmiş çocuğa güleryüzlü davranın, "Günaydın çocuklar nasılsınız?" filan deyin. Üç dört ders sonra size parmak atmaya kalkarlar. Siz üzülürsünüz ben bunlara insan muamelesi yapıyorum, yaptıklarına bak diye. Size süratle öğretirler nasıl öğretmen olunması gerektiğini. Demek ki korku kültüründe korkutulma ihtiyacının giderilmesi için korkutan birisinin olması lazım. El ve eldiven gibi. Ve bu bir yaşam felsefesi. Mesela korku kültüründe yetişmiş kadınlar da korkutan erkek ister. Onları korkutmayana "Ne biçim erkek" derler.
Türkiye'de yüzde kaç korku kültürü hakim?
Şimdi belirli bir azınlık grup var. İnsan hakları, çocuk hakları diyen, insanca bir yaşam isteyen, birbirlerine "Günaydın" demek isteyen, trafik kurallarına uyan…Benim gördüğüm kadarıyla çok az…Ve bu insanlar çok yalnız. Eğer Türkiye'de uygar insan gibi yaşamaya çalışırsanız süratle kendinizi keriz olarak görürsünüz. O sınıfa girip de "Günaydın" diyen öğretmenin durumuna düşersiniz.
Başınıza gelmedik kalmaz yani?
Kendinizi korursunuz ama o zaman da kendinize yabancılaşırsınız. Bir mutsuzluk yaşamaya başlarsınız. Ve altını çizmek lazım. Kimsenin kabahati yok. Kimse kötü niyetle yapmıyor bunu. Bildiği başka bir şey yok. 0 - 7 yaş aralığında bunu öğreniyor. Bildiğini de gelecek nesle bağırta çağırta aktarıyor. Bu böyle gidiyor.
Nasıl ki alfabeyi değiştirmek için seferberlik yaptık, köy köy gezip anlattık. Bence bizim ana babalığı öğrenmemiz için de aynı şey lazım. Çok ciddi olarak ve bilimsel olarak. Ve bunu herhangi bir ideolojinin herhangi bir güç kapma yarışının parçası haline getirmeden yapmak çok önemli.
Türk politika tarihinde korku kültürü ne kadar hakim? Hep korkutularak mı yönetilmiş Türkiye?
Korku kültürünün dışında başka bir akım olmamış. Avrupa'nın yaşadığı aydınlanma, birey olma hakkı mücadelesi olmamış. İşte Atatürk devrimleriyle bunu yapmaya çalışmış. Fakat korku kültüründe yetişmiş insanlar onu da hemen bir canavar haline getirip iki kampa ayrılmış, hangisi güçlü olacak mücadelesi yapıyor. İki tarafında anlaştığı temel değerler nedir konusunda bir araştırma içerisine girmiş değiliz. Ben şimdi olanların hepsini korku kültürü içinde bir mücadele savaşı olarak görüyorum, Bu da bana acı veriyor.
Bir de bu savaşın, bu en tepedeki güç savaşının bizlerde, sıradan insanlarda yarattığı korkular var. Herkes endişeli, kaygı içinde ve mutsuz.
Gerçeğe saygı bir değer olarak kurumlarda yaşamıyorsa o zaman benim çok dikkat etmem gereken şeyler var. Ailem var, işim var, düzenim var. Yaşamımı devam ettirmek için benim ya çok güçlü olmam lazım ya da çok güçlü bir ekibin parçası olmam lazım. Bütün mücadele böyle dönüyor şimdi Türkiye'de. Karşı tarafın hakları umurunda değil, zerre ilgilendirmiyor. Bir onların gözüyle bakayım diye kimse demiyor. Çünkü bakarsa gücünü kaybediverir. O yüzden herkes yüzde 100 haklı olduğunu iddia ediyor. O yüzden de diyalog imkanı ortadan kalkıyor. Diyalog imkanının olabilmesi için herkesin "Arkadaş sen de ben de farklı bakıyoruz ama müşterek bir gayemiz var" diyebilmesi lazım. Müşterek kabul ettiğimiz kriterler olması lazım. Bu kriterler yok. O yüzden ben sana baktığımda acaba hangi taraftan diyorum. Sana da sormuyorum, güvenim yok, alttan alttan anlamaya çalışıyorum.
Benim gördüğüm kadarıyla hem parti içi hem partiler arası politika güç mücadelesinden başka birşey değil. Kim mevkiye makama gelirse nemalanma durumu olarak görüyorum bunu. İçten içe hepimiz de bu böyle olur diye kabul etmişiz. O nedenle korku kültürünü bizim en önemli baş belamız olarak görüyorum. Henüz daha farkında değiliz nasıl ki balık suyun farkında değil, biz de korku kültürünün farkında değiliz.
Bizim de suyumuz mu hasta?
Aynen öyle, akvaryumun suyu aynı olduğu sürece yeni balıklar koysan bile bir süre sonra onlar da hastalanır. Şimdi biz ne yapıyoruz, milletvekillerini suçluyoruz. Sanki onlar gökten zembille indi. Onlar da bizim balığımız!
Peki suyu iyi etmek için ne yapmak lazım? Suyun ilacı ne?
Değerler! İlk değer gerçeğe saygı. Anne baba olarak çocuğunun gerçeğine saygı duyacaksın.
İkinci değer, gerçeğe sevgi.Anne baba olarak çocuğunu seveceksin.
En önemlisi de yaşama saygı. Çocuğun kendi yaşamında kendisi olarak var olabilmesine saygı duyacaksın!
| | | | Serpil (şimdiye kadar 11 posta) | | HATALARINIZI KABUL EDİN!
Hata yaptigimizda, her zaman bunu kabul etmeli miyiz? Psikolog Carol Tavris ve Eliot Aronson, Psychologies dergisinde Charlotte Northedge'a hatalarimizi kabul etmenin neden faydali oldugunu anlattilar.
Neden hata yaptigimizda bunu kabul etmekte cok zorlaniriz?
Eliot Aronson: Beynimiz; zeki oldugumuz, yetkili ve ahlakli oldugumuza dair temel duygularimizi korumak icin fiziksel baglantilara sahiptir. Bundan dolayi, bu ozelliklere sahip olmadigimizi gosteren belirtilere karsi -ozellikle de gercekten onemsedigimiz durumlarla karsilastiginda- icten gelen bir rahatsizlik hissederiz. Buradaki ikilem kisinin zeki, ahlakli ve yeterliligini kanitlamasi icin; zeki yeterli ve ahlakli oldugunu hissetmedigi seyleri yapmaktan vazgecmesidir.
Carol Tavris: Sadece davranislarimizda degil, bizim icin onemli olan inanclarimizda da kendimizi mazur gostermekten vazgecebiliriz. Bundan dolayi, birisine "Harry, senin cocuk yetistirme felsefenin yanlis olduguna dair cok guclu kanitlarim var, sence de ilginc degil mi?" dediginizde size tesekkur etmeyeceklerdir. Size, o sacma kanitlari nereden buldugunuzu sorarlar. Boylece soylediginiz seye onem vermekten kurtularak sadece kendi fikirlerini degistirmis olurlar.
Bizler, inanclarimizi ve davranislarimizi mazur gosterdigimizin farkinda miyiz?
CT: Bilincsiz olarak, hakli oldugumuzu hissederiz. Cunku beynimizin, tutarli bir inanc sistemini muhafaza etmek ve kendimizle ilgili dusuncelerimizi korumak icin buna ihtiyaci vardir.
EA: Uyumsuzluk teorisi bunu soyle aciklar. Sayisiz deneyimler, insanlarin inanclarinin yanlis olabilecegini ogrendiklerinde rahatsizlik duyduklarini, onemli bir karar verirken kendilerini aptalca hissedecekleri seyleri yapmaktan korumaya calistiklarini gostermektedir. Mesela, diyelim ki, "Ben iyi bir insanim" dusuncesi "Yasli anne-babamin bakimi icin kardeslerim kadar caba harcamiyorum" dusuncesi ile catistiginda uyumsuzluk olusur. Kisi bu uyumsuzlugu bertaraf etmek icin comert oldugunu dusunmeye calisir. "Ben onlardan daha mesgulum. Hem onlar her zaman erkek kardesime parasal anlamda yardim ettiler. Nick disarida cebi dolu gezerken ben parasizdim".
Bu cesit bir kendini hakli cikarma davranisi yikici olabilir mi?
CT: Bizler kisinin kendini hakli cikarmasinin saldirganliga neden olabilecegini biliyoruz. "Nick her zaman benim sahip olduklarimdan fazlasina sahipti" gibi. Daha da ilginci saldirganlik da kendimizi daha fazla hakli cikarmamiza sebep olacaktir. Cimri, kiskanc ya da kalpsiz olamayacagimiza gore bunu diger kisinin hak etmesi gerekir. "Nick iyi para kazandiran bir ise sahip olamazdi cunku cok tembeldi". Hareketlerimizi hakli cikartarak o duygularla yolumuza devam edebilmeyi saglariz.
Bu hakli cikarislar iliskilerimizi nasil etkiler?
EA: Esler arasindaki cogu kavga "ben hakliyim sen haksizsin" merkezlidir. Fakat her iki taraf da elinden geldigince kendi yaptiklari seyleri savunmayi birakirsa daha az savunmaci ve karsi tarafin bakis acisini duymaya daha hazir hale gelirler ve boylece belki de kendilerine ait bazi hatalari degistirme firsati bulurlar.
CT: Esinizin olaya bakis acisini kabul etmeniz gerektigini ya da tum anlasmazliklarda ozur beyan ederek ona teslim olmaniz gerektigini soylemiyoruz. Tum ciftler gecmiste olan bazi olaylari kimin daha dogru hatirladigi hakkinda, cocuklarin nasil yetistirilecegi hakkinda ya da buna benzer konularda tartisirlar. Fakat ciftler, hakli olduklarini ispat etmek yerine bu sorunu nasil cozecekleri uzerine yogunlasirlarsa cok daha mutlu olacaklardir.
Bazilarimiz, hatalarimizi kabul etmek konusunda diger insanlara gore daha mi cok zorlaniyoruz?
EA: Bazi insanlarin, gerceklere dayanan, yuksek diyebilecegimiz oz saygilari vardir: fakat onlarin kisisel degerleri, her zaman hakli olduklari uzerinde kurulu degildir. Onlar kendilerine soyle diyebilirler: "Aptalca bir hata yaptim, fakat bu benim aptal bir insan oldugum anlamina gelmez. Yaptigim bu hatadan ne ogrenebilirim?" Ve aslinda hemen hemen herkes bu sekilde dusunmeyi ogrenebilir. Cunku oz saygi, koklu bir karakter ozelligi degil benligimizle ilgili kolayca degistirebilecegimiz bir tutumdur.
Kitabinizda guzel bir konuya temas etmissiniz- cogumuz hatalarimizi kabul ettigimiz zaman diger insanlarin bizi hak ettigimiz kadar sevmeyeceklerinden korkariz. Bunun sebebi nedir?
EA: Benligimizle ilgili olarak durust oldugumuzda daha insancil ve daha sevecen oluruz. Bir doktor, lekesiz bir sicilin her seyden daha onemli oldugunu dusunebilir fakat doktorlarin normal, insanca hatalarini kabul ettiklerinde, hastalarinin daha affedici ve dava etmekten kacinici olduklari gorulmektedir. Ayni sekilde, suc isleyen kisi yaptigi kotulugu kabul ettiginde de magdur olan kisi daha icten ve affedici davranmaktadir.
Hatalarimizi kabul ettigimizde, saygidan baska ne kazaniriz?
CT: Yaptiklarimizdan hangilerinin hatali ve iyilestirilebilir oldugunu gormezden geldigimizde hicbir ilerleme kaydedemeyiz. Bilim adamlari, halihazirda inanmakta olduklari seyleri dogrulayici kanitlarina baktiklari kadar, bunlari dogrulamayan kanitlara da ulasmak uzere egitilmislerdir. Kendimizi de bunu yapmaya zorlarsak ne kadar etkili olabilecegini fark ederiz. Bu yolla, kisisel yargilarimizla lekelenip, bugulanmis gozluklerimizi cikartarak dunyayi daha net ve daha gercek gorebiliriz.
Bir seyi itiraf ettigimizde genelde buna ozurlerimizi de katariz. Hatalarimizi kabullenme seklimizle ilgili en iyi yolun ne olacagi hakkinda bir oneriniz var mi?
CT: Bu, yaptiklarimizin sorumlulugunu almakla ilgilidir. En azindan ilk etapta, hatanin ozru ile hatanin sebebini birbirinden ayri tutmak gerekir. Mesela, kuzenlerimden biri, cok agir hasta olarak hastanede yattigi gunlerde erkek kardesinin onu hic ziyaret etmemis olmasina cok kirilmisti ve ona karsi ofkeliydi. Erkek kardesinin ozru, "ama cok mesguldum" ve "tum vaktimde calismak zorundaydim" cumleleriyle doluydu, bu kiz kardesi daha da kizdiriyordu.
Aslinda erkek kardesin soylemesi gereken; "Cok hataliydim, ne kadar incindigini hissedebiliyorum, seni boyle kirdigim icin cok uzgunum" cumlesiydi. Daha sonra neden gelemedigini aciklayabilirdi, aciklamaliydi da... Ama oncelikle hatali oldugunu kabul etmesi gerekiyordu.
EA: Basitce "Hata yaptim, affedersin" demek bile karsi tarafin ofkesini zarariz hale getirir ve gundemi uzlasma, problemi cozme safhasina tasir. Bu sadece iliskilerimiz ya da isimiz icin degil yetersiz gorunmekten kacindiklari icin, hatalarini kabul etmekten korkan patronlar icin de gecerlidir. Halbuki ozur dilemeden, durustce yapilan hatanin kabul edilmesi, kisiyi daha insani gostermeye ve onun hatalarini bilip onaracak kadar yeterli oldugunu kanitlamaya yeter.
| | | | Serpil (şimdiye kadar 11 posta) | | ANEKTODLAR
FELSEFE
DİŞİ ASLAN
Hayvanlar bir gün kim daha çok çocuk doğurabilir diye çekişmeye başlarlar.
Hep birlikte dişi aslana gidip danışırlar.
"Sen kaç çocuk doğurabiliyorsun?" diye sormuşlar aslana.
"Bir." diye yanıtlar dişi aslan. "Fakat ben aslan doğururum."
DERSIMIZ;
NITELIK, NICELIKTEN ÖNEMLIDIR.
************
YENGEÇ ILE ANNESI
"Neden böyle yan yan yürüyorsun yavrum" diye sorar anne yengeç çocuğuna.
"Düzgün yürüsene! " der.
—Pekâlâ, anne" der çocuk.
—Sen önümden düzgün yürü, ben seni takip ederim.
DERSIMIZ;
HAREKETLER SÖZLERDEN ÖNDE GELIR?
***************
ASLAN, KOYUN, KURT VE TILKI
Aslanın biri, bir koyunu yanına çağırır ve nefesinin
kokup kokmadığını sorar.
Evet! ? Diye yanıtlar koyun. Aslan bu yanıta kızar ve
koyunu oracıkta parçalar.
Daha sonra kurda seslenip yanına çağırır, ona da aynı soruyu sorar.
Hayır! ? Diye yanıtlar kurt korkudan. Ancak o da yalancılık yaptığı için
aslanın öfkesinden kurtulamaz.
Sıra tilkiye gelmiştir. Aynı soruyu tilkiye de sorar.
Tilkinin yanıtı böyle olur;
— Üzgünüm, üşütmüşüm biraz, o yüzden burnum koku almıyor!
DERSIMIZ;
AKILLI KIŞI TEHLIKELI DURUMLARDA KONUŞMAZ!
**************
KAZLAR VE TURNALAR
Kazlar ve turnalar bir gün aynı tarlada yiyecek ararlarken birden yanlarına
Yaklaşmaya çalışan avcıyı fark ederler. Turnalar daha çevik ve hafif
oldukları için hemen uçarlar. Oysa kazlar ağır hareket ettikleri için avcıdan kurtulamazlar.
DERSIMIZ;
YAKALANANLAR HER ZAMAN SUÇLU OLANLAR DEĞILDIR?
*********************
HASTA GEYIK
Yaşlı bir geyik hasta düşer ve daha rahat otlayabilmek için güzel otlarla
dolu bir çalılıkta yaşamaya başlar.
Her hayvanla iyi geçindiği için pek çok hayvan sık sık geyiğin ziyaretine
gelir.
Zamanla her gelen hayvan bu güzel otlardan tatmaya başlayınca kısa süre
sonra tüm otlar biter. Geyik hastalıktan kurtulur ama yiyecek hiçbir şeyi
kalmadığı için bir süre sonra açlıktan ölür.
DERSIMIZ;
SIZCE?
BENCE; iyilik eden cezasını bulur!
************************
FARELERIN TOPLANTISI
Bir gün fareler bir araya gelirler ve başlarına musallat olan bir kediden
kurtulma planları yaparlar. Pek çok fikir öne sürülür. Hiçbiri kabul görmez.
En sonunda genç bir fare kedinin boynuna bir çan asmayı önerir. Böylece kedi
kendilerine yaklaşırken farkına varacak ve kaçabileceklerdir. Bu öneri
fareler tarafından alkışlarla onaylanır.
Bu arada bir köşede sessizce onları dinlemekte olan yaşlı bir fare ayağa
kalkar ve bu önerinin çok zekice olduğunu, başarılı olacağından hiç kuşkusu
olmadığını belirtir.
Fakat der, Kafamı bir soru kurcalıyor. Aramızdan kim kedinin boynuna çan
asacak?
DERSIMIZ;
IYI BIR PLAN YAPMAK AYRI, O PLANI GERÇEKLEŞTIRMEK
AYRIDIR. *
* İnsanlar FELSEFE yi çocukken MASAL lardan,
* Sonra KİTAP lardan,
* İhtiyarlayınca da arkalarında kalan HAYAT larından Öğrenebilirler
| | | | Serpil (şimdiye kadar 11 posta) | | BİR BİLGEYE SORMUŞLAR
Bir bilgeye sormuşlar:
"Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?
"Terzimi severim," diye cevap vermiş.
Soruyu soranlar şaşırmışlar:
"Aman üstad, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor?
O da nereden çıktı? Neden terzi?"
Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:
"Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir.
Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler.
Bir bilgeye sormuşlar:
- Bir insanın zekasını nereden anlarsınız?
- Konuşmasından.
- Ya hiç konuşmazsa?
- O kadar akıllı insan yoktur ki!..
Bir bilgeye nasıl bu kadar doğru kararlar alabildiğini sormuşlar,
"Deneyim" demiş. O deneyimi nasıl kazandın, diye sormuşlar "Hatalarımla" demiş
Bir bilgeye " Nasıl insan oluruz?" diye sormuşlar
"Üç adım atlama" gibi bir cevap vermiş bilge kişi:
Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir, İnsanlığa attığın ilk adım budur.
Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın.
Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun
Bilgeye sormuşlar dünya da en güzel şey ne diye?
´Sevmek´ demiş.
Peki sonra? demişler.
´Sevilmek´ demiş.
Peki neden sevmek sevilmekten önce geliyor? demişler.
O da demiş ki ´insan sevdiğine sevildiğinden daha çok emindir..
Akıllı insan zor duruma düştüğünde o durumdan çıkmayı başaran insandır
Bilge insan o duruma düşmeyen insandır.
Bilgeye Sormuşlar;
insan neden dilek diler?
insan gerçekleşmesi için diler, ama bilmez ki gerçekleştirmek için dilemek gerek.
Bir bilgeye sormuşlar en mutlu insan kimdir.
İşte o dağdaki çobandır demiş.
Neden diye sormuşlar. Çünkü demiş insan bildikleriyle yaşar, onun
bildikleri koyunları ve çevresiyle sınırlı kendisini mutsuz edecek veya kafasını karıştıracak fazla bir bilgiye sahip değil.
| | | | turan (şimdiye kadar 13 posta) | | ablacı eline yüregine saglık .b..erinmeden bunları yazıyorsun çok teşekkürler.inşallh okurlar |
Cevapla:
Bütün konular: 54 Bütün postalar: 358 Bütün kullanıcılar: 112 Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse 
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|